🎰 Mehmet Akif Ersoy Manzum Hikayeleri
MehmetAkif Ersoy'un Tefsirleri Mehmet Akif’in tefsir yazılarının hepsi elli yedi tanedir. Bunların on sekizi manzum olarak yazılmış olup, Safahat’a alınmışlardır. Elli üç tanesi âyet ve dört tanesi hadis üzerine yazılmıştır. Çoğunun uzunluğu bir sayfadan azdır.
MehmetAkif de camilerde verdiği vaazlar ve hutbelerle halkı vatan müdafaasına çağırdı. Daha sonra Anadolu'ya geçti ve Milli Mücadele'ye konuşmalarıyla, şiirleriyle, vaazlarıyla destek oldu. • 1920 yılında Burdur Mebusu (milletvekili) olarak Birinci Büyük Millet Meclisi'ne seçildi. 17 Şubat 1921'de İstiklâl Marşı 'nı
Mehmet Akif Ersoy’un soyu anne ve baba tarafından da Türktür. Mehmet Akif Ersoy’un soyu, baba tarafından Yozgat’tan İstanbul’a, İstanbul’dan da Kosova’nın İpek sancağına yerleşmiş Mehmet Tahir Efendi’ye, ana tarafı ise Buhara’dan (Özbekistan) Tokat’a yerleşmiş olan tacir Mehmet Efendi’ye dayanmaktadır.
Hayır bu perde, bu Şark'ın bakılmıyan yarası; Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası. Hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle, Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle! Sakın firengiye benzetmeyin fecâ'atini: Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini. Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir.
Asım'da dört kişi, yani Hocazâde (Mehmet Akif), Köse İmam (Ali Şevki Hoca), Asım (Köse İmam'ın oğlu) ve Emin (Akif'in oğlu) arasında geçen konuşmalar yer almaktadır. Aslında Emin'in konuşmada aldığı rol pek azdır. Asım'ın konuşmaya katılması da eserin sonlarına doğru gerçekleşir. Asıl söyleşi Hocazâde ile
Manzume, anlatmaya bağlı metinler grubuna girer; şiir ise coşku ve heyecana dayalı bir türdür. Kafiye, ölçü ve redif unsurları vardır. Manzumeler düz yazıya çevrilebilir, şiir düz yazıya çevrilemez. Manzumede olay, şiirde duygu ön plandadır. Destanlar, mesneviler birer manzume sayılabilir. Tevfik Fikret ve Mehmet Akif
MehmetÂkif Ersoy'un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyatının adıdır, içinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır. Birinci kitap, yalnız "Safahat" adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda
12Mart 1921 İSTİKLAL MARŞI 100 YAŞINDA!İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy Hikaye Diyar'ında. Kitap kurtları, sizin için milli şairimizin çocukl
Orhan Okay, “ Yalnız bu isim bile onun edebiyattaki realist görüşünü aksettirir.” der. ( Okay, 1989:40 ) Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ı; manzum hikaye, ibretli / hikmetli öğütlere yer verilen manzumeler, sanatkârane temaşa / tasvir şiirlileri, feryat, isyan, sığınış, siyasi manzumeler, portre şiirler, modanın
NQbJFpx. I-ŞİİRLERİ Safahat Dışında Kalmış Şiirler Mehmet Âkif Bey, Halkalı Baytar Mektebi'nin son sınıflarında bulunduğu sıralarda 1891-93, şiirlerini zamanın dergilerine göndermeye başlamıştı. 1908 sonrasında, yazdıklarını devamlı olarak yayınlamaya başlamadan önceki yıllarda da, önemli bir şair olarak tanınmış ve kabul edilmişti. Gerek dostlarına gönderdiği manzum mektuplar ve gerek diğer manzumeleri, şiir meraklıları tarafından yazılarak elden ele yayılıyordu. Mehmet Âkif, 1908'den önce yazdığı şiirlerinden birkaçını, 1908'den sonra neşretmekle beraber, beğenmediklerinin hepsini ortadan kaldırmıştır. Kendisinin, ikinci bir Safahat hacminde olduğunu söylediği eski şiirlerinden, sadece, 1900'den önce yayınlanmış olanlarla, ele geçen mektuplarında bulunanlar ve meraklıların defterlerinde kalanlar kurtulmuşlardır. Safahat "Safahat". Mehmet Âkif Ersoy'un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyatının adıdır, içinde mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır. Birinci kitap, yalnız "Safahat" adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda birkaç baskı yapmış olan kitaplar, Latin harfli baskılarından önce bir arada, tek cilt içinde yayınlanmamıştır. Yedi kitabın ilk altısının bütün baskıları İstanbul'da, yedinci kitabınki ise Kahire'de yapılmıştır. Safahatı teşkil eden yedi kitabın mısra sayıları ile eski harflerle yapılmış baskılarının tarihleri şöyledir Safahat 44 şiir, 3084 mısra. Üç baskı 1911. 1918, 1928. Süleymâniye Kürsüsünde Bir şiir, 1002 mısra. Dört baskı 19 Hakkın Sesleri 10 şiir, 482 mısra. Üç baskı 1913, 1918, 1928. Fâtih Kürsüsünde Bir şiir, 1692 mısra. Dört baskı 1914 iki baskı, 1918, 1924. Hâtıralar 10 şiir, 1314 mısra. Üç baskı 1917, 1918, 1928. Âsım Bir şiir, 2292 mısra, İki baskı 1924, 1928. Gölgelerdi şiir, 1374 mısra. Bir baskı 1933. Safahat, 1943 yılından itibaren yeni harflerle de basılmaya başlanmıştır. Şimdiye kadar yüz defadan fazla ve beş yüz bin adet kadar basılmış olan "Safahat", yurdumuzda en fazla alınan ve okunan, bir şiir ve fikir kitabıdır. "Safahat" "Safhalar, devreler, dönemler" ve "görünüşler, manzaralar" demektir. "Kötülük, rezillik..." demek olan "sefahet" kelimesiyle karıştırmamalıdır. Safahat'ı teşkil eden manzumelerin tamamı "aruz" vezni ile yazılmıştır. Şiirlerin uzunluğu bir kıt'adan, 2292 mısra'a kadar değişmektedir. Mehmet Âkif, "İstiklâl Marşı"nı "milletin malıdır" diyerek Safahat'a almamıştır. "Çanakkale Şehidleri" adıyla meşhur olan şiir ise "Âsim" kitabında bulunmaktadır. II-NESİR YAZILARI Tefsirler Mehmet Âkif in tefsir yazılarının hepsi elli yedi tanedir. Bunların on sekizi manzum olarak yazılmış olup, Safahat'a alınmışlardır. Elli üç tanesi âyet ve dört tanesi hadis üzerine yazılmıştır. Çoğunun uzunluğu bir sayfadan azdır. Âkif Bey, memleketin ve halkın o günkü meselelerine hitap eden bir veya birkaç âyet veya hadîsi mevzu alarak, okuyuculara onlarla yol göstermeye çalışmıştır. Dolayısıyla bu yazılar, tefsir ilmi bakımından değil, zamanın meselelerine bakış açısından mühimdirler. Vaazlar Mehmet Âkif Ersoy'un bir tanesi kitap içinde yayınlanmış, diğerleri konuşma sırasında Eşref Edib tarafından tesbit edilmiş olan, dokuz konuşması, va'azı mev'izası vardır. Bunlardan birincisi, bir kulüpte konuşma şeklinde yapıldıktan sonra, "Mevâiz-i Diniye" kitabında yayınlanmıştır. Kalan sekiz va'azın üçü Balkan Harbi içinde İstanbul'un üç büyük camiinde Beyazıt, Fâtih, Süleymâniye; birisi Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde; üçü ise Kastamonu'da Nasrullah Camiinde ve şehrin kazalarında verilen va'azlardır. Her bakımdan çok önemli konuşmalardır. Makaleler Çeşitli cemiyet, edebiyat ve fikir meseleleri üzerine, makale, sohbet ve hatıra şeklinde kaleme alınmış elli yazıdan ibarettir. Bunların on yedisi "Hasbıhâl", on biri "Edebiyat Bahisleri", dördü "Eski Hâtıralar", ikisi "Letâif-i Arabdan "genel başlıkları altında bazan ikinci bir başlık daha taşıyarak- yayınlanmışlardır. On beşinin ise ayrı başlıkları vardır. Mehmet Âkif in düşünceleri, bilgisi, kültürü ve irfanı, çok samimî bir dille kaleme aldığı bu yazılarında görülmektedir. Tercümeler Mehmet Âkif, 1908'den sonra, hepsi de dergisinde yayınlanmış ve 268 tefrika devam etmiş olan 55 ayrı tercüme yapmıştır. Bunların birkaçında "Sa'di" takma adını kullanmıştır. Tercümeler, beşi Arapça ve biri Fransızca yazmış olan altı yazardan yapılmıştır. Tercümelerin yazar ve tefrika sayısı bakımından dağılışı şöyledir Ferid Vecdi 7 tercüme, 73 tefrika/M. Abduh 31 tercüme, 48 tefrika / A. Refik Bir tercüme, 3 tefrika / Şeyh Şiblî Bir tercüme, 10 tefrika/A. Câviş 13 tercüme. 122 tefrika/Saki Halim Paşa Fransızca 2 tercüme, 12 tefrika... Kitap olarak basılmış tercümeleri "Müslüman Kadını", Ferid Vecdi "Hanoto'nun Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh'un İslâm'ı Müdâfa'ası" "İslâmlaşmak", Said Halim Paşa "Anglikan Kilisesine Cevap", Abdülaziz Câviş "İçkinin Hayât-ı Beşerde Açtığı Rahneler", Abdülaziz Câviş. Mektuplar Hâlen elli kadar mektubu ve bazı mektup parçaları yayınlanmış bulunan Mehmet Akif in, dağınık hâlde, bazı kimselerin elinde birkaç yüz mektubunun bulunduğunu tahmin etmekteyiz. Bunların toplanarak yayınlanması, şairimizin düşünceleri, hayatı ve yakın tarihimiz bakımından çok faydalı olacaktır. KAYNAKÇA Mehmet Âkif Ersoy. 5. baskı, İstanbul 2004, 318 sayfa, Kaynak Yayınlan. Mehmed Âkif, Mısır Hayatı ve Kuran Meali, 2. baskı İstanbul 2005, 360 sayfa, Şule Yayınevi. Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar, 3. baskı, İstanbul 2000. iki cilt, 254+248 sayfa, ilahiyat Fakültesi Vakfı, Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi yayını, 3cilt basılıyor. Mehmed Âkif, yazan Süleyman Nazif; hazırlayan M. E. Düzdağ, eski harfli asıl metinle karşılıklı sayfalar halinde ve notlar ilavesiyle, İstanbul 1991, 7+102+140 sayfa, tz Yayıncılık. Safahat Kültür Bakanlığı, İz, Gonca, Şule, MÜ İlahiyat Fakültesi Vakfı, inkılâp. Çağrı Yayınları için hazırladığımız halk baskısı, tenkidli basım, eski yazı tıpkı basım gibi çeşitli baskılar 1987-2006. Her biri 700 sayfanın üzerinde hacimlerde bulunan bu neşirlerin baş tarafına Âkif ve eserleri hakkında yüz sayfadan fazla tutan Girimler ve sonuna Safahat Dışındaki Şiirler ile Safahat Rehberi ve İndeks bölümleri eklenmiştir. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Mehmet Akif Ersoy 1877-1936 İstiklâl Marşı şâiri. 1877 yılında İstanbul’da doğdu. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı. Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif’in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder. Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn’da edebiyat dersleri veriyordu. 1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı ismet Hanımla evlendi. Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908’de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de neşretmeye başladı. Âkif, yazı ve şiirlerini hiçbir zaman geçim kaynağı olarak görmedi. Buna rağmen onu memlekete tanıtan, halka sevdiren asıl vasfı şâirliğidir. Birinci Cihan Harbi sırasında Berlin ve Necid’e Arabistan gitti. Çanakkale harbi, onun Berlin seyahati sırasında meydana gelmiş, şâir o günlerin ıstırap ve heyecanını orada yaşamıştır. Şâir, bu iki seyâhatiyle ilgili Berlin Hatıraları ve Necid Çöllerinden Medîne’ye adlı eserlerini yazmıştır. Harbin son senesinde, çok sevdiği dostu İsmail Hakkı İzmirli ile Lübnan’a gitti. Cihan Harbi 1918’de imzâlanan Mondros Mütârekesi ile nihayete erdikten sonra, galip devletler Türk vatanını parçalamak ve paylaşmak için dört taraftan saldırmağa başlamışlardı. Harpten son derece bitkin bir halde çıkan Türk milleti, vatanını müdâfaa için silâha sarıldı. Âkif, vatan müdâfaasının ehemmiyetini anlatmak için hutbelerle halkı, istiklâlini muhâfaza etmek için savaşmaya çağırdı. Anadolu’da millî mücâdele rûhunun yayılması üzerine, Anadolu’ya iltihâka karar verdi. İstanbul’dan deniz yoluyla İnebolu’ya çıktı. Oradan Ankara’ya hareket etti. Konya isyanı üzerine Konya’ya gidip, ayaklanmanın bastırılmasında mühim rol oynadı. Sonra tekrar Ankara’ya döndü. Ankara’dan Kastamonu’ya giderek Nasrullah Câmiinde verdiği vaazlar neşredilerek memleketin her tarafına dağıtıldı. Sonra Ankara’ya döndü. 1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti. Zaferden sonra İstanbul’a geldi. Abbâs Halîm Paşanın dâveti üzerine 1923’te Mısır’a gitti. O kışı Mısır’da geçirip, baharda döndü. Artık her yıl kışı Mısır’da, yazı İstanbul’da geçiriyordu. Halîm Paşa geçimini karşılamayı taahhüt etti. Ertesi yaz İstanbul’a dönünce Diyanet İşleri Riyâseti tarafından Kur’ân-ı kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yıllarca çalıştı. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizliğini anlayarak vazgeçti. 1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur’ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan’a gitti. Ağustos 1936’da Antakya’ya geldi. Mısır’a hasta olarak döndü. Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul’a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır. Şahsiyeti Mehmed Âkif’in Sırât-ı Müstakîm ve onun devâmı olan Sebîl-ür-Reşâd mecmuasında çıkan yüz kadar muhtelif makalesi, elli kadar tercümesi ve şiirleri vardır. Fakat Âkif günümüzün hatta Türk târihinin en önde gelen destan şâirlerinden biridir. Şiirleri edebiyat târihimizde büyük önem taşır. Şiirlerinde bâzan düşünce, bâzan duygu ön plandadır. Aruzu en güzel şekilde kullanan şâirlerdendir. Şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adâlet, istiklâl gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlık, münâfıklık, korkaklık, dalkavukluk, tenbellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücûm eder. Mehmed Âkif yaşadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şâiridir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümidleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır. Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli, dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, câmi, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin odaları, oteller vs. şeklinde yaşadığı devrin bütün husûsiyetlerini aksettiren yerleri seçmiştir. Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı prensib edinmiştir. Müşâhade ve kompozisyona büyük önem vermiştir. Şiirinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya çalışmış, mübhem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır. Mehmed Âkif, muhtevâ yönünden edebî ekollerden realist, biçim verdiği değer bakımından parnasçı ve bâzı şiirlerinde de naturalist bir hava içindedir. Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya çalışmıştır. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gâyesidir. Âkif, ahlâksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alır. Şiirleri manzum hikâyeler, hitâbet şiirleri, lirik şiirler ve taşlama şiirleri şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlardan manzum hikâyeleri sosyal konulu, hitâbet şiirleri didaktik muhtevalı, lirik şiirleri vatanî, millî ve dînî coşkunluklarla dolu, taşlama şiirleri de şakadan hicve kadar uzanan tenkitleriyle doludur. Mehmed Âkif şiirlerini çoğunlukla kuralsız nazım şekliyle yazmıştır. Vezin olarak yalnız aruzu kullanmış, ama heceye de karşı olmamıştır. Üslûbu, şiirlerindeki olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar. Süse ve yapmacığa kaçmadan yaşayan halk ifâdeleriyle kurulmuş, çekici bir anlatışı vardır. Halk dili ve üslûbunu hemen her şiirinde kullanmasına rağmen, bu konuda en çok muvaffak olduğu eseri Âsım oldu. Bol fiil ve sıfat kullandığı şiirlerinde aşırı sadelikten ve yapma dilden kaçınmış, Servet-i Fününcuların ağır ve cansız lisanından da uzak durmuştur. Şiirlerinde tahkiye, tasvir, hitap, muhâvere gibi bütün anlatım yollarını başarıyla kullanmıştır. Bilhassa muhâvere karşılıklı konuşma anlatım yolu onun şiirlerinin en önde gelen özelliklerinden olmuştur. İç âhenk, daha çok lirik şiirlerinde görünür. Fazla mecaz kullanmaktan kaçınmıştır. Memleketin sosyal meseleleri, şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın îlânıyla başlayan, meşrutiyet îlânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidârı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa’dan geri kalmış olması ve başsız kalarak herbirinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryâd edici şiirleri vardır. Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da “Millî Şâir” ismini almıştır. Ancak rastgele edindiği din bilgileriyle, zamânının ve çağın dertlerine şahsî fikirleriyle çâre aramaya kalkışması bâzı hatâlara düşmesine sebep olmuştur. Bunun yanında Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın memleket için yaptıklarını anlamayıp onun şanına yakışmayacak iftiralarda bulunması; sicilli mason Mısır Müftüsü Muhammed Abduh’u övmesi; bir çalgıcının seslerini nidâ-yı ilâhîye benzetmesi beğenilmiyen belli başlı hususlarıdır. Ahmed Dâvudoğlu, “Dîni Tâmir Dâvâsında Din Tahribcileri” kitabında diğer reformcular gibi, ilhâmını doğrudan doğruya Kur’ân-ı kerîmden almak istediğini bildirmektedir. Eserleri Eserlerinin umûmî ünvanı Safahât’tır ve ilk eseri yalnız bu adı taşır. İkinci kitabının adı Süleymaniye Kürsüsünde’dir. Hakkın Sesleri üçüncü, Fatih Kürsüsünden dördüncü, Hâtıralar beşinci, Âsım altıncı, Gölgeler yedinci kitabının adıdır. Bunlar, değişik târihlerde çeşitli kereler basılmış olup, hepsi birlikte Safahât adı altında da basılmıştır. Safahât’taki mısraların tamamı 12 bini bulur. Şiirlerinden İstiklâl Marşı, Bülbül, Ordunun Duası, Çanakkale gibileri bestelenmiştir. Âkif, İstiklâl Marşı şiirini millet için yazdığını ifâde ederek Safahâtına almamıştır. BERLİN HÂTIRALARI’ndan Otel meğer o değilmiş, şimendüfer de kezâ... Sokak mı benziyen az çok? Aman canım, hâşâ! Meğer oteller olurmuş saray kadar mâmûr. Adam girer de yaşarmış içinde, mestü huzûr. Beş altı yüz odanın herbirinde pufla yatak... Nasîb olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak! Sokakta kar yağadursun, odanda fasl-ı bahâr, Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf-ı nehâr! Hiyât-ı nûrunu temdîd edip her âvize, Fezâda nescediyor bir sabah-ı pâkize, Havayı kızdırarak hissolunmayan bir ocak; Ilık ılık geziyor, her tarafta aynı sıcak. Gürül gürül akıyor çeşmeler, temiz mi temiz; Soğuk da isterseniz var, sıcak da isterseniz. Gıcır gıcır ötüyor ortalık temizlikten, Sanırsınız ki zemininde olmamış gezinen. Ne kehle var o mübârek döşekte hiç, ne pire; Kaşınma hissi muattal bu itibâra göre!.. Unuttum ismini... Bir sırnaşık böcek vardı... Çıkar duvarlara, yastık budur, der atlardı. Ezince bir koku peyda olurdu çokça, iti... Bilirsiniz a canım... Neyde? Neydi? Tahtabiti! O hemşerim, sanırım, çoktan inmemiş buraya, Bucak bucak aradım, olsa rasgelirdim ya! .................................... .................................... Muhitin üstüne meyhâneler kusan bu gedik, Kapanmak üzere iken başka rahneler çıktı; Ayakta kalması lâzım ne varsa hep yıktı. “Değil mi bir tükürük alna çarpacak tedib, Ne hükmü var?” diye üç beş hâyâ züğürdü edib, Bitirmek istedi ahlâkı, ârı nâmûsu; Çıkardı ortaya, gezdirdi saksılar dolusu, Hevâ-yı fuhşu kudurtan zehirli “Zambak”lar! .................................... .................................... HÜRRİYET TAŞKINLIĞI Şiirinden İkinci Meşrutiyetin îlânı üzerine İstanbul’un manzarasını tasvir eder. Bir de İstanbul’a geldim ki bütün çarşı pazar Nar’adan çalkalanıyor, öyle ya Hürriyet var!.. Galeyân geldi mi, mantık savuşurmuş. Doğru Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının; Kafalar tütsülü hulyâ ile, gözler kızgın. Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden, Yakıvermiş de tımarhâneyi çıkmış birden! Zurnalar şehrin ahâlîsini takmış peşine; Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine! Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli; En ağır başlısının bir zili eksik, belli! Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak... –Yaşasın! –Kim Yaşasın –Ömrü olan. –Şak! şak! şak! Ne devâirde hükümet, ne ahâlide bir iş! Ne sanâyi’, ne maârif, ne alış var, ne veriş. Çamlıbel sanki şehir Zâbıta yok, râbıta yok; Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vâsıta yok; “Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı...” Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı! İlmi tazyik ile tâlim, o da bir istibdâd..